22 Nisan 2024
31 Mart Yerel Seçimleri'nde yaşadıkları hezimetin ardından Erdoğan hükümeti, uluslararası alanda imaj toparlamak için çok cephede hızlı bir döneme girdi. Uluslararası çevreler yeni döneme ilişkin kanaat geliştirmek için Türkiye içindeki siyasi gelişmeleri yakından takip ediyor. Kuşkusuz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mayısın ilk haftasında ABD'nin başkenti Washington'a yapacağı ziyaret, 'ilk defa bir seçimden yenik çıkan bir Erdoğan' olarak nasıl bir görüntü vereceği açısından dikkatle izlenecek. Erdoğan'ın kritik ziyareti öncesinde Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek geçen hafta Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın yıllık toplantıları için Washington'daydı. Şimşek ve kendisine eşlik eden Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, uluslararası piyasaları teskin etmeye dönük bolca mesaj verdiler.
Şimşek ve ekibinin küresel finans sahnesinde verdikleri mesajların nasıl karşılandığını yorumlaması için o dünyanın meşhur yorumcularından İngiliz ekonomist Timothy Ash'ın kapısını çaldım. Britanya'nın önde gelen düşünce kuruluşlarından Chatham House'da kıdemli bir araştırmacı olan Ash, pek çok batılı finans kuruluşu ve bankaya 'kıdemli stratejist' olarak danışmanlık vermiş bir isim. Son dönemde daha çok Rusya ve Ukrayna'ya odaklanmış olsa da 2000'li yılların başından beri yakından takip ettiği Türkiye'nin ekonomisi, uzmanlık alanlarından biri olarak görülüyor.
Londra'da yaşayan Ash ile video konferans yöntemiyle yaptığımız görüşmede, 31 Mart sonrasında Erdoğan ve Şimşek'in vermekte olduğu 'Ortodoks politikalardan taviz yok' mesajının ne ölçüde yerini bulduğunu anlamaya çalıştım.
Timothy Ash'in anlatımlarından batılı finans çevrelerinin Erdoğan'ın yenilgiyi kabul edip etmeyeceğine dair kısa süreli bir tedirginlik yaşadığını anlıyoruz. Bunu, batıdaki hem diplomatik hem de finans çevrelerinin kendi kendilerini uzun süredir inandırdıkları “Erdoğan seçim kaybetse de gitmez” ya da “Erdoğan seçim kaybederse, sonucu kabul etmez” hipotezine ne kadar sorunlu biçimde meftun olduklarını göstermesi açısından önemli buldum.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin şu ana kadar ekonomi alanında verdikleri 'doğru' mesajlarla piyasaları sakinleştirdiğini anlatan Ash, ancak bunun henüz kurumsal yabancı sermayenin Türkiye'ye gerçek manada dönüşü için yeterli olmadığını anlattı. Ash'e göre Türkiye'de yakın zamanda bir erken seçim olmayacak. AKP'nin Ortodoks ekonomi politikasına bağlı kalarak bir süre daha halk tarafından sevilmemeyi göze almasını erken seçim ihtimalini ortadan kaldıran bir faktör olarak görüyor.
Türkiye'deki dedikodu haberciliğinin pompaladığı “Erdoğan Türk ekonomisini IMF'ye gitmeden Dünya Bankası fonlarıyla kurtarmaya çalışıyor” şeklindeki yorumların iler tutar yanı olup olmadığını da sordum elbette Ash'e. Yanıtını bilsem de bir bilen izah etsin istedim.
- 31 Mart gecesi Türkiye siyaseti açısından uzun zamandır ilk defa farklı bir tablo ortaya çıktı. CHP'nin beklenmedik bir başarı gösterip sadece büyükşehirleri değil, daha önce asla seçim kazanamadığı bazı il ve ilçeleri kazandığının belli olduğu ilk saatlerde Robin Brooks gibi bazı iktisatçılar sosyal medyada, sonucun uluslararası piyasaları memnun etmeyeceğini ima eden bazı yorumlar paylaştı. Yerel seçimlerin üzerinden 3 hafta geçti ve Türkiye'de dolar şu an için büyük bir zıplama yapmış gözükmüyor. Erdoğan hükümetinin verdiği tepkinin bu durumla ne kadar ilgisi var? Uluslararası finans camiası Türkiye'deki yerel seçim sonuçlarını nasıl okuyor?
Piyasanın sonuçları olumlu karşıladığını düşünüyorum. Sanırım o bahsettiğiniz ilk andaki tepkiler, daha çok Erdoğan'ın nasıl tepki vereceğinin bilinmediği ortamda söylenen şeylerdi. Bugün baktığımız yerden şunu söylemem mümkün; demokrasi adına iyi bir sonuç çıktı. Siyasal sistemlerde farklı insanların şansa sahip olması iyi bir şeydir. Demokrasi budur; iktidar partisi kaybedebilir ve muhalefetin yönetmek için şansı olabilir. Türk halkı oy verdi, tercihini açıkladı, oylar sayıldı, hükümet sonuçları kabul etti. Seçimlerde herhangi bir aksama yaşanmadı. Nihayetinde Erdoğan halkın oylarını ve seçimini kabul etti. Bugüne kadar verdiği tepkilerden seçimlerden kendi adına doğru sonuçları çıkardığını düşünüyorum.
- Size göre 31 Mart'ta böyle bir sonuç çıkmasının ana sebebi nedir?
Yerel seçimin kaderini belirleyen en büyük şeylerden biri büyük ihtimalle ülkenizdeki yüksek enflasyon oldu. 2023 seçimlerinden sonra Mehmet Şimşek'in ekonominin başına atanması daha önceki ekonomi politikasının başarısızlığının teslim edilmesi olmuştu. Bu seçim öncesinde ise “Acaba çıkan sonuç ekonominin rotasının değişmesine neden olur mu?” gibi bir düşünce vardı herkeste. Yerel seçim öncesindeki 500 baz puanlık faiz artırımını hatırlayın. Belki iktidar içindeki bazı kesimlerin yenilginin büyüklüğünden dolayı Şimşek'i suçlayacaktı.
Ama aslında Erdoğan bunu yapmadı. Bence bu tablo içinde en olumlu olan şey, Erdoğan'ın yenilgiden kaçmamış olmasıdır. Erdoğan şu an için enflasyonla mücadeleye odaklanmanın devamı yönünde bir tavır koymuş gözüküyor. Bunun da Mehmet Şimşek'in konumunu biraz olsun iyileştirdiğini düşünüyorum. Hem Şimşek'ten hem de Merkez Bankası'ndan gelen mesajlar yerel seçim sonuçlarına rağmen enflasyonla mücadeleye devam edecekleri yönünde. Bu yüzden de piyasa sonuçları nispeten iyi karşıladı. Yani Türk hükümeti doğru mesajları verince de tepkinin olumlu olduğunu düşünüyorum.
- Analizinizden anladığım kadarıyla mesela Robin Brooks'un o geceki erken yorumu Erdoğan'ın alınan seçim yenilgisinden Mehmet Şimşek'i sorumlu tutma ihtimali ve onu adeta bir 'günah keçisi' ilan etme ihtimalini göz önünde bulunduran bir yorumdu belki de.
Sonuçlar kimsenin beklemediği sonuçlardı. Kendi adıma ben Türkiye'deki yerel seçimlerin paradigma değiştirecek bir olay olduğunu düşünmemiştim. Oysa bugün hepimiz CHP'nin zaferinin boyutunu da iktidar partisinin yenilgisinin boyutunu da biliyoruz. Sonuçlar ortaya çıktıktan sonraki ilk saatlerde Erdoğan'ın ve iktidar partisinin durumu nasıl karşılayacağı konusunda endişe vardı; acaba bir günah keçisi mi arayacaklardı?
Ama Erdoğan gece yarısından kısa bir süre sonra kameraların karşısında geçti. Yaptığı konuşmada sorumluluğu kabul etti, özellikle ekonomi politikası açısından hataların kabul edildiği ve enflasyonla mücadeleye odaklanmaya devam edilmesi gerektiğini kabul ettiği oldukça açıktı.
Bunu kabul etmeseydi, Ortodoks ekonomi politikalarının bırakılacağının sinyalini verseydi, Şimşek'in politikalarının işe yaramadığı yönünde mesajlar verseydi uluslararası piyasalar bu kadar olumlu tepki vermezdi. Enflasyonun bu kadar yüksek olmasının nedeninin 2023 seçimlerine kadar sürdürülen ekonomi politikaları olduğunu hepimiz biliyoruz. Düşük tutulmaya çalışılan faiz oranları enflasyona neden oldu. Enflasyonun realitesi bu. Şimşek ve ekibinin yönetiminde, merkez bankası, uluslararası yatırımcılar, sanırım Türk yatırımcılar da Ortodoks politikaya döndüler. Ve hepsi bunun Türkiye için zor bir dönem olacağının farkında. Politikanın sıkılaştırılması gerekiyor. Maliye politikası ve para politikası daha düşük büyüme anlamına geliyor. Sonuçta düşük enflasyonun bir bedeli var. Ülkenin genel görünümü şu anda böyle.
- Mehmet Şimşek geçen hafta IMF- Dünya Bankası yıllık toplantılarına katılmak için gittiği Washington'da tam da bu mesajları verdi. IIF'nin düzenlediği Global Outlook Forumu'nda yaptığı konuşmada söyledikleri kamuoyuna yansıdı. Türk varlıklarına ilginin iyi olduğunu söyledi. Uluslararası yatırımcıların daha önce Türkiye'nin Ortodoks programa ne kadar süre bağlı kalacağına dair şüpheleri olduğuna atıfta bulunarak, “Artık bu dönem bitti gibi görünüyor ve insanlar programın detaylarıyla daha çok ilgileniyor” dedi. Peki sadece Ortodoks mali politika Türkiye'yi kurtaracak mı? Mesela şu an Dünya Bankası'nın Türkiye'ye verdiği fonlar gündemde. Yolsuzlukla mücadelenin, yeşil enerji kriterlerine geçmenin uluslararası kuruluşlar için önemli kriterler olduğunu biliyoruz. Bunlar henüz Türk ekonomisi açısından gerçek manada dikkat edilen konular değil.
Şimşek, biliyorsunuz, ekonomi politikası açısından kurallara dayalı sisteme dönmenin önemini vurguladı daha ilk göreve geldiği gün. Elbette bahsettiğiniz konular bir iş ortamının iyileştirilmesinin, yani yatırım ortamının bir parçasıdır. Türkiye'nin daha fazla doğrudan yabancı yatırıma ihtiyacı var, o kesin. Pek çok gelişmekte olan piyasa da Türkiye'den farklı değil, daha fazla gelişme için yolsuzluğun önlenmesi lazım. Yabancı yatırımcılar açısından hukuk sisteminin işleyişinin iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu başarılabilirse elbette ekonomi üzerinde olumlu sonuçları olacaktır. Ancak kurumsal yatırımcılar için başlangıç noktasının kesinlikle makro ortam olduğunu düşünüyorum.
- Doğrudan yabancı yatırımcı Erdoğan hükümetinin makro politikalarına ne zaman tam bir güven içinde olabilir?
Geçtiğimiz mayıs ayındaki seçimlerden sonra politikada değişiklik olmasının sebebi, o alışık olmadığımız politikada ısrarın Türkiye'de 2001'dekine benzer bir sistemik kriz riskini doğuracağının açık olmasıydı. Bankacılık krizi, döviz kuru krizi ve devletin borç krizi...
Şimşek ve Merkez Bankası ekibinin uygulamaya koyduğu politikalarla bu ihtimalin azaldığını düşünüyorum. Ama uluslararası yatırımcıların hala politika değişikliği konusunda temkinli davrandıklarını düşünüyorum. Sonuçta herkes Naci Ağbal ile diğer eski Merkez Bankası başkanlarının Ortodoks politikaya dönmek istedikleri için başına neler geldiğini hatırlıyor. O yüzden de uluslararası yatırımcılar çok temkinli. Bugün Mehmet Şimşek ve ekibine daha çok güven var ama yine de temkinliler.
Öte yandan Türkiye'nin döviz borç piyasaları toparlanıyor. Çeşitli Türk kuruluşları uluslararası sermaye piyasalarından nispeten ucuza borçlanabildi. Bu cesaret verici. Ama yabancı kurumsal yatırımcılar, henüz yerel hisse senedi piyasasına ve Türk Lira'sına çok fazla para yatırmadılar. Döviz kurunun görünümü konusunda hâlâ tedirginler. Belli ki yerel seçimler öncesinde döviz kuru üzerinde çok fazla baskı vardı. 2023 seçimlerinden sonra olduğu gibi maksimum devalüasyon olabileceğine ilişkin çok fazla söylenti vardı. Ancak bu çok düşük bir ihtimaldi. Bence Merkez Bankası'ndan gelen mesaj, onların bunu istemedikleri yönünde. Döviz kurunda da bir miktar istikrar görürsek, yabancı kurumsal yatırımcıların Türkiye'ye geri döndüğünü göreceğimizi, bunun döviz kurunun sabitlenmesine ve enflasyonun düşürülme sürecine yardımcı olacağını düşünüyorum.
Özetlersem, yani makro politikanın doğru yönde ilerlediğini, piyasaların nispeten iyi tepki verdiğini ve yabancı yatırımcıların Türkiye'ye yatırım yapmakla ilgilendiklerini düşünüyorum.
- Biliyoruz ki Türkiye gibi ülkeler benzer ekonomik darboğazlardan geçtiğinde uluslararası aktörler genelde onları IMF kredilerine yönlendirmeye teşebbüs eder. Erdoğan'ın geçmiş tecrübeler nedeniyle IMF seçeneğine kesinlikle sıcak bakmadığını biliyoruz. Türkiye'de basının da çok hoşuna giden bir söylenti var; Erdoğan'ın IMF yerine Dünya Bankası'nın fonlarından daha çok destek alma çabası içinde olduğu yönünde. Hatta bazı yorumculara göre Erdoğan 9 Mayıs'ta Washington'da Biden ile yapacağı görüşmede de bu konuda bastıracak. Biliyorum bu biraz fazla Türkiye'ye özgü bir bakış ama yine de sormak isterim ki siz olabileceği olamayacağı anlatın. Erdoğan, Biden'a baskı yaparak Dünya Bankası'ndan daha fazla fon gelmesini sağlayabilir mi, hadi diyelim bu oldu Dünya Bankası fonları Türk ekonomisini kurtarabilir mi?
Sizin de söylediğiniz gibi Türkiye'nin bir IMF programına girmesi pek mümkün görünmüyor. Erdoğan tarihsel olarak buna karşı biliyorsunuz. AKP'nin 2002'de iktidara geldiğinde kendisinden önceki koalisyon hükümetinden bir IMF programını miras aldı, onu oto- pilotta tuttu ve sonra IMF yardımından uzaklaştı. Sanırım Türk hükümetindeki mevcut görüş Türkiye'nin gereken politikaların sorumluluğunu üstlenmesi durumunda mutlaka bir IMF programına ihtiyaç duymadığı yönünde. Ve bu politikaların hayata geçirildiğini görüyoruz; sıkı maliye politikası, sıkı para politikası. Bunlar umut verici. Ama döviz rezervleri düşük, brüt rezervler olması gerektiği yerde değil. Merkez Bankası'nda önemli ölçüde negatif net rezerv var. Yani bir güven artışına ihtiyaçları var mı? Var. Bu açıdan bir IMF programı yardımcı olabilir. IMF programı, likidite, likidite tamponu ve güven artışı sağlar. Para birimi değer kazanır, sermaye girişlerini görürsünüz, rezervler yeniden oluşur. Enflasyon da muhtemelen daha hızlı düşer. Bu da faiz oranlarının daha hızlı düşürülmesine yardımcı olur. Ama açıkçası bunun gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor.
Hatırlarsanız 2023 seçimlerinin hemen ardından Şimşek ve ekibi Ortadoğu'ya gitti. Birleşik Arap Emirlikleri'nden 51 milyar dolarlık destek paketini aldılar. Suudi Arabistan'ın da BAE'yi onu takip edeceğine dair umutlar vardı. Körfez parasıyla ilgili sorun şudur; onlar yatırımlarla ilgilidir. O yüzden de daha uzun sürede gelir. Bu yatırımların oluşturulması ve yapılandırılması zaman alıyor. O yüzden de Şimşek ve ekibi BAE ile yapılan anlaşmadan önemli bir likidite artışı sağlayamadılar. Sorun şu ki; Dünya Bankası fonları BAE parasına çok benziyor. Yani büyük miktarda likidite peşin olarak sağlanmıyor, Dünya Bankası fonları program bazlıdır.
- Burayı biraz açar mısınız? IMF kredisi ile Dünya Bankası kredisi arasındaki temel fark nedir?
IMF programı parayı vermek için çok fazla koşul koymaz, Dünya Bankası'nın koşulları vardır. Şöyle anlatmaya çalışayım; Dünya Bankası'nın Türkiye'ye proje bazlı fon aktarması için ciddi nedenler var. Ülkenizde korkunç bir deprem yaşandı, yeniden yapılanma çabalarına yardımcı olmak için ek finansmana ihtiyaç var. Türkiye, bölgedeki mülteciler açısından büyük bir yük taşıyor. Dolayısıyla Dünya Bankası'nın Türkiye'ye verdiği fonları artırması için iyi bir nedeni var. Ancak Dünya Bankası, IMF ile aynı role sahip olamaz. Dünya Bankası projeye para verir ve kullanımı için kriterlerin karşılanması gerekir. Demin bahsettim Körfez parası da Dünya Bankası'nınki gibi koşulludur aslında. Körfez ülkeleri son yıllarda sadece Türkiye'ye değil; Mısır, Pakistan, Tunus gibi ülkelere de mali destek verdiler. Hepsi de koşullara bağlandı. Yani Körfez ülkeleri artık soru sormadan para vermiyor. Ülkelere yatırım yapıyorlar çünkü getiri istiyorlar ve iyi bir getiri elde etmek için iyi politikalara ihtiyaçları var.
Dolayısıyla Türkiye'ye gelecek BAE parasının - ve eğer gelirse Suudi parasının da- bu koşulluluğa sahip olacağını düşünüyorum. Nihayetinde onların da koşul koyması Türkiye'deki Ortodoks politikanın sağlamlaştırılmasına yardımcı olacaktır. Yani Körfez ülkelerinin koşullulukta diretmesi Şimşek ve ekibine faydalı olacaktır. Körfez ülkeleri borç vermeye istekli ama Türkiye'ye borç vermenin şartı olarak iyi politika talep ediyorlar.
- Siz salt ekonomik bir okuma yapıyorsunuz tabiatıyla ama zaten Körfez parası için Şimşek ve ekibi yola çıkmadan önce Erdoğan siyaseten baltaları gömme sözü verdi. Erdoğan hükümetinin açıkça 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimini finanse etmekle suçladığı bir ülkeydi Birleşik Arap Emirlikleri. Bu söylemden vazgeçildi, Suudi Prensi Muhammed Bin Selman'ın yakın ekibinin gazeteci Cemal Kaşıkçı'yı Türkiye'de katletmiş olmaları gerçeği unutuldu. Karşılığında BAE'de bulunan Türk organize suç lideri Sedat Peker'in Youtube yayınlarındaki ifşaatlarının sesi kısıldı. Bunları hatırlatarak şunu sormak istiyorum; biraz önce bahsettiğiniz 'koşulluluk' açısından siyasi ve ekonomik koşullar iç içe geçmiş gibi gözükmüyor mu?
Kesinlikle. Hatırlattığınız gibi Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ilişkilerinde bazı zorluklar yaşandı. Bunun bir kısmı da siyasal İslam meselesiyle ilgiliydi. Erdoğan'ın Mısır'daki Müslüman Kardeşler'e verdiği destek Körfez ülkelerinin oldukça rahatsız ediyordu. Sonuçta iki ülkeyle ilişkilerde de bir yumuşama oldu. Keza Türkiye'nin Mısır ile ilişkilerinde de normalleşme oldu. Belki de bütün bunlar Erdoğan'ın bölgede siyasal İslam gündemini zorlama konusunda artık o kadar ısrarlı olmadığının bir yansımasıdır.
Öte yandan mevzu bahis bağışçı ülkelerin - Çin, Katar, BAE, Suudi Arabistan- kendi çıkarları var. Körfez ülkelerinin alternatif teknoloji kaynaklarını, askeri teçhizatı sevdiği de ortada. Türkiye gerçekten ilginç bir askeri teknoloji programı geliştirdi. BAE ve Suudi Arabistan'ın özellikle insansız hava araçları işine dahil olmak istediğini düşünüyorum. Türkiye'yi ilerideki askeri teknolojiler açısından iyi bir ortak olarak görüyorlar. Bu açıdan Suudi Arabistan'dan da yeni girişlerin olacağını tahmin ediyorum.
- Mehmet Şimşek'in geçen hafta Washington'da altını çize çize verdiği bir diğer mesaj da şu oldu; Türkiye'de 4 sene boyunca seçim yok. Bu aslında “CHP'nin yerel seçimleri bu tür bir başarıyla kazanmış olması nedeniyle ülkede bir yönetim krizi olmayacak” demeye çalışmak. CHP'nin kazandığı illerin Türkiye'deki toplam mevduat içindeki payı yüzde 86. Hükümet '4 yıl seçim yok' dese de Türkiye'deki pek çok yorumcu bu ihtimali, yani bir erken seçimi, zorlayacak koşulların ortaya çıkabileceğini düşünüyor. Uluslararası piyasada Türkiye'de bir erken seçim olup olmayacağına dönük bir tartışma var mı? Böyle bir dedikodu mu var ki Şimşek devamlı “Seçim yok” diyor?
Türkiye'nin karşı karşıya olduğu ekonomik sorunların, özellikle de yüksek enflasyonun tek çözümü yavaş büyüme ve sıkı politikadır. Bu da zor politikadır, sevilmeyen bir politika dönemidir. AKP hükümeti bu politikaya devam edecek gibi gözüküyor. Mesela önümüzdeki iki yıl içinde seçim olacağını düşünseler belki bu politikaya devam etmezlerdi. Çünkü bu sancılı bir süreç. Bana göre iktidar partisi bu sancılı süreci seçimsiz atlatıp seçim dönemine daha az sorunla gitme politikası izleyecek. Çünkü böyle yaparlarsa kazanma şanslarının olduğunu düşünüyorlar.
Şu anda AKP kamuoyu yoklamalarında geride. Belli ki bu yerel seçim yenilgisinden kaynaklanıyor. Hal böyleyken ve enflasyon bu kadar yüksekken erken seçime gitmek elbette onlar açısından mantıksız. Enflasyonu düşürmek için daha kuvvetli bir mali sıkılaştırma dönemine ihtiyaç var. Bu acı verici olacak. Dolayısıyla iktidar partisinin kısa vadede daha da sevilmeyen bir dönem geçireceğini düşünüyorum. Ancak 4 yıl sonra yapılacak bir sonraki seçimlerde, eğer enflasyonu yenerlerse, yeniden seçilme şansları olabilir. Yani mantık onlara erken seçimsiz bir dönem dayatıyor.
- Zaten AKP ister diye değil, 'Mecbur kalabilir' diye bu tartışma yapılıyor Türkiye içerisinde. Ama sizin söylediklerinizden anladığım kadarıyla uluslararası piyasalarda bu tür bir tartışma yok şu an için.
Muhalefetin yerel seçimlerde çok iyi bir performans sergilediği için çok mutlu olduğunu biliyorum. Ama yerel seçimlere bakarak 2028'te olacak genel seçimin nasıl sonuçlanacağını tahmin etmek güç. O seçimi etkileyecek çok fazla denklem ve o zamana kadar yanıtlanması gereken çok soru var. Biliyorsunuz, Türk halkı 2023'te çok sıra dışı bir şey yaparak Erdoğan'ı seçti ve herkesi şaşırttı. 10 ay sonra ise tam tersini yaparak yine şaşırttı. Dolayısıyla bugünden bakarak Erdoğan'ın işinin bittiğini ve durumu tersine çevirip yeniden seçim kazanamayacağını söylemek bence mümkün değil.
2015'i hatırlayalım. Haziran ve kasım aylarındaki iki seçim arasında çok şey değişti. 31 Mart nihayetinde bir yerel seçimdi, ulusal meselelerle ya da uluslararası meselelerle ya da güvenlikle ilgili değildi. Halk, Erdoğan'a yüksek enflasyondan memnun olmadığı mesajını da vermek istedi. Bir de muhalefetin kazandığı yerlerde iyi adaylar göstermiş olmasının da etkisi var elbette. Ama tüm bunların kaçınılmaz olarak erken bir genel seçim anlamına geleceğini öne sürmenin çok zor olduğunu düşünüyorum.
Sonuçta Erdoğan hâlâ Türkiye'deki baskın siyasi oyuncu. Halen parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduruyor. Olası bir anayasal değişikliğin konuşulduğunu biliyorum. Bunu istiyor olabilir Erdoğan ama yine de neden erken seçim istesin ki? Neden erken seçim riskini alsın?
- 2023 seçimlerinde muhalefetin adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu ile İngiltere'ye yaptığı ziyaret sırasında yatırımcılarla yaptığı bir toplantıda görüşmüştünüz. Kılıçdaroğlu'nun seçimi kaybetmesinin ardından Kemal Bey'den hiç etkilenmediğinizi açıkladınız. O dönemki sosyal medya paylaşımlarınızdan hatırlatma yapmak istiyorum; “Sorulara verdiği yanıtların zayıf ve boş olduğunu gördüm. Bir seçim yarışında Erdoğan'ın dengi olmadığını anladım.” İkinci kez İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkındaki izleniminiz nedir? Kendisiyle tanışma fırsatınız oldu mu? Geçen yıl Erdoğan'a karşı aday olsaydı seçim sonuçlarının farklı olabileceğini düşünen ciddi bir kitle var. Şimdiden 2028'de Erdoğan'a karşı potansiyel aday olarak konuşulmaya başlandı. Uluslararası toplum da benzer sinyaller alıyor mu?
Evet Kılıçdaroğlu'yla seçimden hemen önce görüşmüştüm ve kendisi hakkındaki kanaatimi de hatırlattığınız gibi yüksek sesle dile getirdim. Açıkçası Kılıçdaroğlu beni bir siyasetçi olarak pek etkilemedi. Sanırım geçen yılki genel seçimlerden pek çok insanın çıkardığı sonuçlardan biri de Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan'a karşı doğru aday olmadığıydı. Muhalefet içinde bile ezici çoğunluk bugün bunu düşünüyor, haklısınız.
Liderler önemlidir. İmamoğlu farklı bir karakter. İstanbul seçimlerinde çok başarılıydı. Yavaş da Ankara'da olağanüstü bir performans ortaya koydu. Ama neredeyse 25 yıldır Türkiye'yi takip eden birisi olarak şunu öğrendim; Erdoğan'ı hiçbir zaman hafife almamak lazım. Onu sevseniz de nefret etseniz de o olağanüstü bir politikacı. Buna hiç şüphe yok. Hayatta kalma becerileri oldukça muazzam.
Kuşkusuz eğer 2028'de bir Erdoğan- İmamoğlu rekabeti göreceksek bu çok ilginç olacak.
Hiç şüphe yok ki Erdoğan bir sonraki seçimde başa çıkabileceği en iyi adayla karşı karşıya geldiğinden emin olmak için pek çok farklı oyun oynayacak. Bakalım bu sırada muhalefetin içinde neler olacak. Etrafında birleşebilecekleri bir aday üzerinde anlaşabilecekler mi? Yavaş ile İmamoğlu arasında kavga çıkacak mı? Yani bir sonraki seçime kadar yapılacak çok şey var. Pek çok şey ekonominin durumuna da bağlı, Türkiye'deki güvenlik durumuna da bağlı.
Kuşkusuz Erdoğan, İmamoğlu'nu daha büyük bir tehdit olarak görülüyor. Ama bu 4 yıl içinde pek çok şey olabilir.
- Son olarak yargı bağımsızlığı ile Türkiye'nin ekonomik gidişatı arasındaki ilişkiyi sormak istiyorum. Şu an Erdoğan hükümeti demokratik kurumlara bağlı, hukukun üstünlüğüne saygılı bir çizgi izlemese de Ortodoks ekonomik politikalara dönmüş bir görüntü veriyor. Demokrasiye dönmeseler de bu çizgiyi izleyerek hala Türkiye'ye yatırım konusunda ihtiyatlı davranan uluslararası kurumsal sermaye Türkiye'ye döner mi? Kapitalist ekonomik düzen açısından oyunu kurallarıyla oynadıkları takdirde Batı sermayesi Türkiye'deki otokratik eğilimlere göz yumar mı? Yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğüne saygı sürekli ve kapsamlı Batı yatırımları için olmazsa olmaz mıdır, değil midir?
Bunlar çok çok sübjektif konular. Uluslararası ticaret, uluslararası sermaye, çok farklı hükümet sistemlerine sahip birçok farklı ülkeye yatırım yapıyor. Çok az insan Dubai'ye ya da Körfez ülkelerine yatırım yapma konusunda soru soruyor. Keza Batı'nın Çin'de çok fazla yatırımı var. Çin'in Batılı standardında bir liberal piyasa demokrasisine sahip olmadığı ortada.
Ya da şu anda Mısır yine kurumsal yatırımcıların popüler destinasyonlarından biri. Mısır'ın demokrasinin parlayan bir feneri olduğundan da emin değilim. Sanırım uluslararası yatırım perspektifinden bakıldığında, her şeyin her şeyle ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Ama yatırım dediğiniz şey hiçbir zaman tek bir şeye bağlı değil.
Cansu Çamlıbel kimdir?Cansu Çamlıbel, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor. |
“Kandil 2013’te Öcalan’dan gelen mesajları hiçbir zaman doğrudan alıp uygulamadı. Bugün Öcalan’ın o dönemki kadar popülaritesi yokken, Sayın Bahçeli Öcalan’ı dinleyeceklerini nasıl düşünebiliyor?”
“Senin Kürt sorunun var ve 100 yıldır çözememişsin, o zaman bunu herkes mıncıklar. PKK bu oyunu bin yıldır oynadığı için bilir ve kullandırtır kendini"
“Turbo kapitalizmin bize maliyetleri, ekolojik kriz ve tükenmişlik sendromu. Türk halkı evrensel bir semptomun biraz daha fazlasını yaşıyor: Öz yeterlilik eksikliği duygusu. Şu an dünyadaki değişim tasarım değil, felaket yoluyla gelecekmiş gibi gözüküyor. Oysa değişim mümkün ve gerçek değişimler insanların kendilerini en güçsüz hissettikleri bir anda, biz fark etmeden gelir”
© Tüm hakları saklıdır.